Sunday, February 24, 2013

Hamilelik 14. hafta

Bu hafta benim dönüm noktam. Doktorum haklıymış, gerçekten daha enerjik hissediyorum kendimi veeee en önemlisi iştahım geri geldi. Bu demektir ki sonunda bünyeyi bizim ufaklığa alıştırdık, vücut artık 'n'oluyoruz hoop aloo?' sinyalleri vermiyor. Bu haftaki en büyük zaferim çalıştığım okulun yemekhanesine göğsümü gere gere girebilmek, hatta dünya tatlısı ahçımızın tabağımı kendi istediği yemeklerle hazırlamasına izin vermekti. Yemekhaneden çıktığımda üzerim de kokmuyordu. Bu koku çat diye kendiliğinden yok olacak değil ya, rahmetli köpeğim Şila'nın burnundan daha hassaslaşmış olan burnum bana oyun oynuyordu kesin. 3 gün şöyle doya doya yemek yedim. Hatta işi abarttım sanırım, gelsin brownieler, gitsin börekler durumu vardı. Annemin bir arkadaşına ev oturmasına gidip, önüme konan her şeyi mideye indirdim resmen. Baktım dolmalar 5-6-7 gidiyor, kendimi dizginledim bile. 'Hoop' dedim 'dur irem, sen şimdi günlerin açlığının acısını çıkarıyorsun, sen orada bir dur'. Nasıl anlaşmıştık, dikkatli yiyecektik, yemek dozunu kaçırmayacaktık, o sebil sübyanın sadece ama sadece 300 ekstra kaloriye ihtiyacı vardı, onlarca dolmaya değil.
Bu haftanın utanç hikayelerinden bir diğeri de misafirliğe gittiğim evde soyulup 3 dilimi bir kenara bırakılmış portakal ile ilgiliydi. Daha eve adımımı atar atmaz portakalı gördüm, hatta yamacına oturdum. Nasıl canım çekmesine rağmen beni aldı mı bir utanç. Katiyen soramıyorum 'şunları yiyebilirmiyim?' diye. 'Hamilesin ulan, ayıbı mı var bunun' diyorum kendi kendime ama yok yok. Neyse kibar kibar sofraya davet ediliyoruz -benim yan göz hala portakalda-. Tıka basa yemek yiyoruz, 1-2 saat sohbet ediyoruz, sıra masadan kalkmaya gelince ben yine geliyorum hoooop 3 portakal diliminin yanına. Kafayı sağa çevir, sola çevir, olacak iş değil. Demezler mi 'vaay ne obur kızmış bu!' diye? Saatler süren portakal işkencem nazik ve halden anlayan ev sahibinin bana dönüp 'aaa şekerim unuttum söylemeyi, bak bu portakal gözünün önünde duruyor, gördün o kadar, sen hemen al onu ye' demesiyle sona eriyor. Tabi saatlerin ezikliği üzerimde 'ayy yok sağolun' diyorum. Anneciğim hemen ordan imdadıma yetişiyor 'Ye kızım ye, bak sonra çocuğun bir yerinde portakal izi çıkıverir'.
Yaşasın hamilelik diyerekten 3 saniye içerisinden 3 dilimi mideye indiriyorum.
Hamilelik gerçekten başka bir şey dostlar. Yani evimizde her daim portakal vardır, dönüp bakmam. Ama o gördüğün anda canının deliler gibi onu çekmesi yok mu? İnsanlık için büyük dram yani.
***
Eveeet gelelim haftanın diğer utanç hikayelerine. Bizim Türkler'in hamileye davranışları malum. Aman kızım gördüğünü ye diyerek ağzıma yemek tıkıştıranlar çoğunlukta. Gel gör ki bizim ofiste durum aynı değil. Meğer Amerikalılarda tam tersiymiş. Hamileye asla bir şey ikram edilmezmiş. Güç bela da olsa deneyimlemiş bulundum. Birinci olayımız Amerikalı iş arkadaşımın elinde çikolata tutup sallamasıyla başladı. Herkese ikram ettikten sonra bana dönüp 'kusura bakma canım, sana ikram etmiyorum çünkü hamilesin' demez mi??  Nasıl yahu? Gel cinnet geçir.
Hadi birinci Vaka-ı Hayriye'yi atlattık, ya ikincisi? Gözümün önünde çatır çutur cips yiyorlar, ben uzakta yalanıyorum. Dayanamadım gittim yanlarına. 'Arkadaşlar bu böyle olmayacak, bakın bizim Türk Kültüründe gördüğün şeyi yemezsen, çocukta lekesi çıkar derler, bakın benim dizimde üzüm lekesi var' dedim. Tabiki kahkaha patladı. Ama bana hala cips yok. 'Al sana sağlıklı atıştırmalık' diyerek mandalina uzatıyorlar. Tam zar zor ikna ettim, bu kez de 'aaaa cips bitti' demezler mi. Çıldırazaaaaaamm.
Sonunda yine bir halden anlayan çıktı da 'Bilmemkimin çekmecesinde bir kutu daha var' dediler. O bilmemkim de o gün işe gelmemiş. Olsun. Her yol mübah! Karıştırdım, aradım, buldum, açtım, yedim.
Mutlu son!
***
Çok yemek konuştuk, birazda genel durumlar..
Bizim Limon enine boyuna büyümeye devam ediyor. Nereden biliyorsun derseniz; daralan, sıkışan ve bir kenara itilen midemden, aşağı doğru yaptığı baskı sebebiyle yarım saatte bir tuvalete koşturmamdan, hatta ve hatta 1 bardak su bile içsem sanki saatlerce kebab yemişim hissiyatı veren midemden.
Tüm bu sıkıntıların üzerine birazcık baş dönmesi, azıcık tansiyon oynamaları, eh tabi olmazsa olmazımız olarak bir tutamda huysuzluk ekledik mi... Al sana miiss gibi hamilelik senaryosu. Birde küçük sancılar ve kramplar. Bu 1-2 hafta çok normalmiş. Malum popomuza yer edebilmek için annenin tüm organlarını itip sıkıştrma halleri..
Artk 14. haftada çocuğumuzun adı Limon olarak kalacak diye yine isim değiştirme kararı alıyoruz. Fasulye'den Barbunya'ya, Barbunya'dan Limon'a terfi eden nam-ı diğer ilimon'a (bazı şivelerde öyle kullanılıyor) başka isim arıyoruz. Belki de artık ona kendi ismiyle hitap etmenin zamanı gelmiştir.
***
Cinsiyetini hala öğrenemediğimiz içinde bir yandan da çatlıyoruz. Bizim randevumuza daha 2 hafta var.   Bir ara niyeti bozup 'gitsemmi vaktinden önce?' dedim sonra vazgeçtim. Kendi şımarıklığımız yüzünden çocuğa vaktinden önce ultrason vermek te istemedim. Varsın kaçsın indirimler :))
***
Daha yolun o kadar başındayız ki.. Ama bir o kadar da sabırsızız, beklemek ne kadar zor. Keşke, keşke bir an önce sarsak zamanı da geçse bitse şu bekleme dönemi. Ama nafile..
Bu haftalık bu kadar; daha sık yazmaya çalışacağım;
Sevgiler,
İrem


Saturday, February 16, 2013

Hamilelik 13. hafta

Hala inanamıyorum hamile olduğuma. Her ne kadar geçen hafta ki ultrasonda kıpır kıpır oynayan bebek aklımı başıma getirmiş olsa da düşünüyorum taşınıyorum ve bundan 5 ay sonra elimde bir bebekle eve dönecek olma fikri bana hala çok uzak geliyor. Kafayı hala toplayamadım inanırmısınız? Kendimce bir şeyler yapıyorum ama sanki bilinçsizce her şey. Yani geçenlerde internetten patik-eldiven şapka seti sipariş etmiştim. Oyuncak gibi bir şeyler geldi, bunu gerçekten bir bebek mi giyecek şimdi? Bugün bir arkadaşımın önerisi ile 'bebek bakımı' kitabı aldım. Bebek banyosu nasıl yapılır, bez nasıl değiştirilir üzerine bir video bile izledim. Ama sanki benden uzakmış gibi tüm bu bebek halleri. Bugün beni ilkokul yıllarımdan bile tanıyan çok sevdiğim bir hocamla konuşuyordum telefonda. 'Hala inanamıyorum, sanki hamile değilmişsin gibi geliyor' dedi. Yalan değil, elinde büyümüşüm, anne gibi olmuş bana yıllarca. Şimdi bir bebek fikri herkese çok garip bir heyecan veriyor, herkese...
***
3. ayın biter bitmez mide bulantıların bıçak gibi kesilecek diyenlere inat, tam gaz devam ediyorlar. Kahvaltılıklar ile aram iyi, simit, ekmek iyi geliyor. 2 ay sonra ilk defa okulun yemekhanesine girdim geçen gün, 10 dakika kalabildim, çeyrek tabak pilav yiyip koşar adımlarla dışarı attım kendimi. Yanımda eşlik eden arkadaşım da gözümün içine bakıyor 'ha kustu, ha kusacak' şeklinde yürüyoruz koridorlarda. Akşam yemeği niyetine havuç rendeleyip yoğurtla meze haline getirtiyorum, 2 gece onunla besleniyorum sadece. Yani bildiğiniz sefilleri oynuyorum. Es kaza bir et göreyim ya da et kokusu alayım, aman allah, koştur en yakın kuytu köşeye. Tabi haliyle bu sabah tartılıyorum ki yine kilo vermişim, yine, yine.. Dukan Diyeti ile bile uğraşıp uğraşıp düşemediğim kilodayım. Normalde bu kiloda en dar skinny pantalonlarıma girebilirdim de.... göbeği ne yapacağız?
Evin içinde bir köpeğinkinden daha hassas olmuş burnumla geziniyoruz oda oda.. Tentürdiyot kokuyor ooykk, buzdolabı kokuyor booykk, su kokuyor, et kokuyor, yemek kouyor, sigara kokuyor .. kokuyorda kokuyor.. Off offf ... En kötüsü de diş fırçalamak.. Her diş fırçalamada kusmaya başlayınca çareyi gargara suyu Listerine'da buldum. Zor arkadaşlar çok zor.. Tabi böyle olmayanlarda var ki onlar şanslılar. Çok yakın arkadaşımla aynı anda hamileyiz. Ben 3. ayımda kilo kaybederken o 4 kilo almış. Herkesin hikayesi farklı anlayacağınız.
***
Hamilelik ve Çalışmak
'Hamilelik bir hastalık değildir, son güne kadar çalıştım, hiiiiçç bir sorun olmuyor' diyen arkadaşlarıma sevgiler... Bu hafta bir günümü hiç geçmeyen mide bulantısıyla, bir günümü migrenle, bir günümü 4lere 5lere düşen tansiyonumla geçirdim. İnadına okuduğumuz romanda (Hayvan Çiftliği/ George Orwell) hayvanların insanlar tarafından nasıl acımasızca boğazlanacağından bahsetmiyor mu? Çocuklar da başladı mı konuşmaya bu konu üzerine? Mezbahalar, koyunlar havada uçuşuyor. Baktım olmayacak, benim öğürtüler içten içten geliyor, 'ay çocuklar susun artık' diyerekten kapıyı açıp dışarı fırlıyorum. (allahtan karşı kapı tuvalet) Henüz anlamadıkları için 'hocam vejeteryansınız galiba' diyorlar. Bunu da yırttık kısacası ama zor arkadaşlar çok zor vallahi. Migrenim tuttuğu gün derste saçlarımı çekiştirip, beynimi duvarlara vuruyordum. Çocuğa migren çektirmek daha travmatik olabileceğinden dolayı bir minoset aldım doktorumunda izniyle. Tansiyon desen, çıkarmak için ayranı dayamış annem önüme, ayran içtikçe daha beter kusacağım.. İşte bu komik tablolarda ben birde ders vermeye çalışıyorum.
Ofisteki seksi kırmızı kanapemizi mesken tutmuşum, ders aralarında eve gelip, alarm kurup 1 saat uyuyum geri döndüğümü biliyorum. Bence hamile kalındığı anda izne çıkılmalı. Madem kutsal bir iş yapıp bebek taşıyoruz, hakkımız budur, bunu bilir bunu söylerim.
Hele benim gibi mızmız hamilelere 2 yıl fil hamileliği uzunluğunda izin verilmeli.
***
'Daha söylenecek misin İrem?'
Bunu söyleyen annem. Bütün semptomlarımı sayıp 'ahhh ooff çok kötüyümmm' dediğim anda cevabı yapıştırıyor: Ne yapalım, irem? Hepimiz hamile olduk, bak anneannen ne yapsın? 9 ay baş aşağı yatmış.
Yahu yatmışsa yatmış. Yıl 1957, yatar tabi. İlla kıyaslayacak, beni susturacak yollar bulacak.
Kayınvalidem desen daha vahim. 'bak ben 5 çocuk doğurdum, gıkım çıkmadı' modunda.
Çok dertliyim, kimseye nazlanamıyorum. En iyisi bu bloga içimi dökeyim durayım :)
***
Nazlanacak 3-5 arkadaş buldum, şimdilik onlara yükleniyorum. Çocukluk arkadaşım gözümün içine bakıyor her kusmamda, aynı anda hamile olduğumuz arkadaşımın beynini patlatana kadar konuşabiliyorum, Kanada'dan mesaj atan bir arkadaşım var ona biraz ağlanabiliyorum, ofiste 1-2 hassas kişi kestirdim gözüme, Almanya'da yaşayan bir arkadaşım var ki çikolatalar bile yolladı bana oralardan. Çoook eğlenceli çoookk.. Nazlanabiliyorsam benden mutlusu yok anlayacağınız.
Haydi bakalım şimdilik bu kadar..  4. ayımız hayırlı, uğurlu geçsin.
İrem..

Monday, February 11, 2013

Hamilelik 12. hafta

Veee ilk trimesterimizi devirdik. Riskli dönemimizin sonuna geldik. 12 hafta boyunca doğa'ya beğendirmeye çalıştığımız küçük Limonumuz testi başarıyla geçti, birde üstüne aferin aldı doktor amcasından. Tek bir sorun var. Bizim Limon fazlasıyla hareketli çıktı. Ultrasonda bizi şoklara sokacak derecede hareketliydi. Attığı yumruklara gözlerimizle bakıp bakıp inanamadık. Hani neredeyse ultrason makinası bizimle dalga geçiyor diyeceğim. Bizim Limon 2-3 saniyede bir pozisyon değiştiriyor, bir sırtını dönüyor, bir yüzünü dönüyor, olmuyor tekrar sırtını dönüyor, baş aşağı duruyor vazgeçip tekrar doğruluyor. Ve başlıyor yumruklara. Atış serbest, sağ kroşe vuruyor da vuruyor. Yolda gelirken arabada çikolata yemiştim, onun etkisi olup olmadığını sorduğumda, doktor onaylıyor kafasını sallayarak. Kan şekeri oynadıysa normalmiş.

Biz ağzımız bir karış açık baka duralım doktor kafasının poposuna olan ölçüsüne bakıyor, burnunun yerinde olmasının çok önemli olduğunu vurguluyor, parmaklarını sayıyor, kalp atışlarının sesini açıp bize dinletiyor, bir yandan da kalp atışını sayıyor ve son olarak ense kalınlığına bakıyor. Bizim Limon testi geçince de aferini kapıyor. Sıra soru cevaplara gelince benim huysuzluk, mıymıylık, mide bulantıları, gece uyuyamamalar çıkıyor ortaya. Tek bir cevabı var doktorun. 'Hepsi çok normal, iki hafta daha sabırla bekle, inan çok daha enerjik ve bomba gibi hissedeceksin.'

Bir de hep kafamı kurcalayan şu yemek yiyememe olayı var. En sevdiğim şey olan yoğurt ve sütten tiksinince beni bir panik almıştı. Üstüne birde ağzıma bir gram sebze koyamayıp, et ve balık göremeyecek hale gelince, kuru sandviçle beslenir olmuştum. Şarküteri kapıları aşındırarak ya da Starbucks'ın ezine peynirli sandviçi ile kuru bir beslenme hayatına geçiş yapmıştım. Diyetisyenimle konuştuğumda en azından zar zor cacık yememi önermişti. O da olmadı. Bugün önerilerin en kralı doktorumdan geldi. Tiksindiğin şeyi yeme, onun yerine bir top maraş dondurma ye aynı hesap dedi. Beni aldı bir mutluluk, anlatabilmem mutlu değil. Zaten tiksinmediğim tek şey tatlı ve çikolata.
Versen avuç avuç çikolata yiyebilirim. Çilekli tartlar, pastalar benim için no problem. Ultrason hemşirem de espiriyi patlatıyor. 'ye tatlıyı çıkar hakkıyı/ atlıyı' Ya da öyle bir şey. Bu atlı mevzusuna döneceğim. Bu arada insanlar yemek yiyemememi o kadar dert etmiş olacak ki, blogu okuyanlardan veya eş dost çevreden acıma mesajları geliyor. 'Ah vah tüh bir de yiyebilsen'. O da olacak, inanıyorum. Şimdilik kilo vermeye devam.

Doktor amcamız Limon'a enine boyuna baktıktan sonra esas bombayı patlatıyor. 'Ben burda bir karaltı gördüm, erkek galiba bu, ama sakın hemen güvenme, kıza dönebilir, daha çok erken' diyor. Kimseye söyleme daha diyor (tabi bloga yazmak sayılmıyor sanki) :)
Yıllardır içimde yaşadığım kız özlemi birden suya düşecek gibi oluyor. Kendimi tutuyorum. Aklıma arkadaşlarım geliyor, önce erkek denip sonra kız çıkan iki arkadaşım var şansa. Hala umutluyum.
Oysa ben geçen gün Limon'a fırfırlı leopar elbise bile almıştım. Hatta senelerdir alıp kenara attığım tulumlar hep pembe. Imaginarium mağzasında vitrindeki Barbie evini uzun uzun seyredip, onu aldığımı ve oynadığımı bile hayal etmiştim. Aklıma ilk gelen 'ne yani şimdi kamyon, traktörle mi oynayacağız' oluyor.
Eşim başta olmak üzere 'sağlıklı olması en önemlisi' diye bana kızan annem ve anneannem geliyor aklıma. Susuyorum ama o tek bir göz yaşına engel olamıyorum. Sonra aklıma doktordan aldığımız aferini getirip şükrediyorum.

Doktora sorularımı sıralarken yaşadığım bir başka panik haline değinmeden geçemiyorum. Bana verdiği doğum tarihi tam da Şeker Bayramı'ına denk geliyor. Soruyorum:
'Beni bırakıp gitmezsiniz değil mi?'
'O bayramda hiç bir yere gitme niyetim yok.'
'Eminsiniz değil mi?'
'Eminim, çünkü benimde eşim o tarihte doğuruyor'.
Demesiyle esas Bayram havası bana geliyor. Arasam tarasam karısıyla aynı anda doğruracağım garanti bir doktor bulabilir miydim acaba?

İşte 12. haftamızıda böyle deviriyoruz. Gittikçe farkedilir olan göbeğim, ben ve Limon geceleri uyuyamadığımız için bir sağa bir sola döndüğümüz gecelerde hep düşünüyoruz. Daha yolun o kadar başındayız ki...Uykusuz gecelerin ve sağdan soldan sıkıştıran göbeğimin bu kadar erken geleceğini beklemiyordum.

Haydi bakalım, ver elini 4. ay :)

İrem 

Wednesday, February 6, 2013

Hamilelik 11. Hafta

Her başlayan hafta yeni bir umut.. Bu haftanın tamda sonunda mutlu haberlerimizi alıyoruz. Yaşadığımız tüm stresi ve heyecanı geride bırakmaya çalışıyoruz. Doktorların buldukları için sevinip havaya uçtukları, beni bir kan tahlilinden diğerine yolladıkları virüs meğer daha öncelerden geçirdiğim ve vücudumun bir köşesinde uslu uslu duran inaktif bir virüsmüş. Meğer bağışıklığım varmış ve bu da bebeğe zarar vermezmiş. Gönül isterdi ki bu haberin üzerine bir şampanya patlatmak ama bütün hafta bebişi o kadar üzdük ki bir de sarhoş etmeyelim diyerekten bunu kuru bir sandviçle kutlyoruz.
Ben hala yemek yemeğe başlamadığım için tek canımın çektiği şey olan Şütte'nin sandviçi. Şütte (Gourmet Garaj isimli bu şarküteri bizim evin hemen yakınında tüm zararlı besinleri, pastaları barındıran bir mekan). Sabah akşam onunla beslenir olmam artık haddini aştı, dün bilmem kaçıncı sandviçimi almadan önce annemi aradım. 'Bu iş olacak gibi değil, ne yumurta ne süt ne yoğurt ne sebze ne meyve.. Çocuk kuru sandviç yemekten gelişmeyecek' dedim. Elden birşey gelmiyor ne yapalım. Mide sadece onu kabul ediyor. Haa birde tatlı. Annneanneme kalsa o teşhisi çoktan koydu. Tatlı yediğine göre oğlan olacak bu diyor. Malum bizim Türk halkına ultrason ne gerek. Bilimsel bir açıklaması var mı bilinmez. Ekşi yiyenlerin kız çocuğu, tatlı yiyenlerin oğlan çocuğu olurmuş derler. 1-2 haftaya teşhiş çıkar ortaya bakalım:)
Artık göbeğimi görenlerin 'Oooo çıkmaya başlamış buu' dedikleri bu hafta da artık bende kendimi hamile gibi hissetmeye başladım. Midem sıkışıyor, gece yatarken huzursuzluklar başladı, gecenin 4'ünde uyanıp uyuyamamalar var birde. Sağa dön sola dön faydasız, içimde tarif edemediğim bir huzursuzluk var. Oysa ben bu uykusuz geceleri son trimesterde bekliyordum. Biraz erken geldiler ama olsun, hoşgeldiler.
Birde bu sabah bebeğimizin ismini 'upgrade' ettik. O artık barbunya değil, bir limon kadarmış boyu.
Bu sebeple artık kendisine 'limooooonnnn' diye sesleniyoruz. Ara sıra el göbeğe kayıyor, ovuşturuyoruz kendisini, öpüyoruz, seviyoruz.
Artık ilk trimesterimizin son haftası olan 12. haftaya girmeye hazırız...
İrem ..

Saturday, February 2, 2013

Hamilelik 10. hafta

İlk yarısı mutlu, diğer yarısı hüzünlü geçen bir hafta. Ben yazmış olayımda siz isterseniz sadece mutlu kısmını okuyun, gerisi ile kafanızı yormayın.
Tam da mide bulantılarımın hafiflemeye başladığı ve artık masaya oturup yemek yiyebildiğim bir hafta. Arkadaşlarımıza da artık yavaş yavaş ilan ettiğimiz için hepsi kutlama yapma peşinde. Gerçi kime göre kutlama? Kendileri kadehleri şıngır şıngır tokuşturadursun ben elde su (en iyi ihtimalle limonata) kadeh kaldırıyorum bebişe.
Herkesin mutlu olduğu bir hafta. Artık Burger King'in önünden geçerken koku rahatsız etmiyor. Sinemada o ağır patlamış kokusu bile artık tolere edilebilir. Hatta 3 haftadır üstüste cuma günlerimi geçirdiğim sinema salonlarında üzeri bol meyve doldurulmuş yoğurtlardan bile yiyebiliyorum. Bu haftanın en güzel hikayelerinden biride tam arabamı Ulus'a parketmiş koşa koşa bir randevuma yetişirken, bir bakkalın önünde gördüğüm kocaman Milka kamyonunu görüp duraksamamdır. Kamyonun üzerinde gördüğüm Milka bonibona hayran gözlerle baktıktan sonra hızla bakkala dalıp 'afedersiniiiizz, şu kamyonun üstündeki bonibondan var mııı???' diye sormamın utancı içerisindeyim hala. Bakkalda olayın şokunda 'tabi tabi var' diyip reyona doğru ilerledikten sonra bir bakıyor ki 1 tane kalıvermiş kutuda. 'Aaaa 1 tane mi kalmış tüh' dememle adamcağızın kamyona koşturup bir kutu açıp 'buyrun kaç tane istersiniz' demesini unutmayacağım. Neticede zafer benimdir. Bonibonlar çantamda randevuma geç kalmış bir ben.
Utanç hikayelerim bununla kalsa iyidir, birde ofiste yemekten gelirken ellerinde o günün tatlısını taşıyan arkadaşlarımın ellerine gözlerimi devire devire bakışlarım var ki insanlar ellerindekini bana uzatmaya kalkıyor her seferinde. En sonunda bir arkadaşım yemekhaneyi arayıp, ofisteki bir arkadaşımızı telefona çağırtıp 'Lütfen İrem'e bir ekmek kadayıfı getirirmisin?' demesi var ki.. 10 dakika sonra koordinatörüm elinde tatlıyla çıkıp geliverdi. Bu utanç hikayelerimin daha çok başındayım biliyorum. İşte bu blogda bu sebeblerden dolayı var:)
Artık 3 ayın içinde olmam sebebiyle kıyafetler tamamen kendini imha etti. 2 tayt ve 3 gömlekle geçirdiğim hayatıma biraz renk katmaya karar verip birazcık daha hamile butiği gezmeye karar verdim ve Cevahir alışveriş merkezinin yolunu tuttum. İlk durağım GeBe mağzası oldu. Güzel bir tunik ve gece yemeklerinde giymek için bir şifon bluz alıp Debenhams mağzasına girdim. Orda da bol miktarda hamile kıyafetleri vardı. Ordan da elbiseler, 1-2 tayt ve tunik tarzı bluzlar alıp koşa koşa eve geldim. 9 ay boyunca giymekten gına geleceğini bildiğim kıyafetlerimi gardrobuma astım ve diğer herşeyi kaldırdım. Kışlıklarımı toplarcasına tüm kıyafetlerimi kaldırdım gözümün önünden. Giyemiyorum diye üzüleceğime en temiz iş gözden ırak olmalarıydı. Öyle yaptım. Herşey güzel gidiyordu.
Haftanın yarısını böyle mutluluk ve obezlikle geçirdikten sonra ne oldu da moraller birden yerle bir oldu?

****
Kanımda tespit edilen CMV virüsü

Doktorumdan bir e-mail aldım tam haftanın ortasında. Geçtiğimiz hafta tam 5 tüp kan vermiş ve tüm taramalarım yapılmıştı. Bu taramalarda bir enfeksiyona rastlanmıştı, sitomegalovrüs kendileri, kısaca CMV diyorlar. Soğuk algınlığı semptomları veren ama hamileliğin ilk 3 ayında geçirildiğinde bebeğe etkileri çok büyük bir illetmiş. Doktorum ise endişe ettiğini söylüyor ve beni enfeksiyon uzmanına yönlendiriyordu. Bir panik halinde gittim. İstatistikleri almışlar önlerine öyle bir tablolar çiziyorlar ki sanarsın bebek hastalığı kaptı, anormalite çıkacak kesin. Öyle ağlıyorum, öyle ağlıyorum ki, enfeksiyonu geçtim bebek ağlamamdan etkilenecek. 18. haftamda amniosentez olmam gerekirmiş ki karnımdan sıvı alıp baksınlarmış bebeğe enfeksiyon geçmiş mi geçmemiş mi.. Geçmişse en kötü senaryoyu siz tahmin ediverin zaten. O gün hayatımın kara bir günü olarak kalacak hayatımda, gece 1'e kadar durmadan, susmadan ağladım, ağlamaktan yorgun düşüp uyuyakalmışım.
Sonra hayatımdaki pozitif ve deneyimli insanlar ile konuşmaya başladım. Baby Center'da yüzlerce CMV virüsü hikayesi okudum. Herkesin bir hikayesi vardı. Amerikada bu testin yapılmadığını öğrendim. Bizim Sağlık Bakanlığının gebelik takibi için gerekli kan testleri arasından yer almadığını farkettim.
Peki niye böyle birşeyi kurcaladıklarını sordum kendi kendime. Acaba hata mıydı özel hastane koridorlarında doktordan doktora koşturmak? Emin olamayıp aynı kan testlerini ikinci kez yapan doktorlara inanmak? ve belkide hataydı limitsiz sigorta yaptırıp bir özel hastanenin kucağına düşmek.
Bilmiyorum, bilemiyorum, sadece çok kafam karışık çok. Beni panik ettirdikleri için doktorlara hem kızgınım, hem de minnettarım. Down sendromu için tarama testleri zaten haftaya başlayacak, detaylı ultrasonlarda yeteri kadar net. Amniyosentez olma kararını reddediyor, ve gözle görülür bir anormalite olmadığı sürece bebeğimin çok ama çok sağlıklı olduğuna inanıyorum.
Buna inanmam bir gün boyunca bağıra çağıra ağlamama mal olmuş olsada...
Böylece mutlu başlayan bir haftayı, mutsuzlukla bitirerek 11. haftaya doğru adım atıyorum..

İrem